You are currently viewing Toplum Baskısı İntihara Sebebiyet Veriyor. Farkında Mısınız?

Toplum Baskısı İntihara Sebebiyet Veriyor. Farkında Mısınız?

Merhaba kıymetli okuyucum, bugün 18 Ekim 2020 Pazar saat 09:30. Sabah 6 da çakan şimşekler ve bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla birlikte uyandığım bu güne sizinle birlikte Mozart – Eine Kleine Natchtmusik – Andante eşliğinde yanımda bir kupa sade kahvemle merhaba diyorum. Bugün ele almak istediğim konu homo sapienslerin yani bizlerin, insanoğlunun ve onun inşa ettiği her şeyin temelinde olan toplumların, ve onların tüm bu insani değerlerimizi hiçe sayan baskıları, yani kısaca toplum baskısı.

Contents

Toplum Baskısı

Toplum baskısı deyince ne anlıyoruz? Bir kaç çeşidi var değil mi hemen aklınıza sizin de daha önce maruz kalmış olduğunuz bir tanesi gelmiştir. Bu psiko-analiz yapılması gereken konu aslında sadece bizim toplumumuza değil tüm dünyada global şekilde görülen bir olgu. Fakat cahil toplumlarda, okur-yazarlık ve eleştirel düşüncenin az, üretkenliğin yok denecek kadar düşük seviyelerde olduğu toplumlarda maalesef çok daha fazla gözlemlenmektedir. Bizde de bolca mevcut bu illetten. Peki nedir tam olarak?

Toplum baskısı kültürel değerlerle birlikte karışarak onların çarpıtılmış hali olarak düşünebiliriz. Birden fazla kişinin aynı fikir birliğine varıp kendilerine benzemeyeni ötekileştirme, farklılaştırıp etiketleme ve bu hali de, yargılama hakkı hissetmeleri durumu diyebiliriz.

toplum baskısı kağıtlar

Örneklerle Gidelim

Örneklerle verirsem konuya daha güzel bir giriş yaparız. Mesela annenizin veya babanızın size söylediği şu sözle başlayalım. ” Komşu falanca ablanın oğlu filanca çocuk, bak tıpı kazanmış. Sen hala…” veya ” Teyzenin kızı falanca kız bile evlendi sen hala…” şimdi ortak noktada buluşmuşuzdur.

Ya şimdi Batuhan’ cım, iyi hoş da bunlar sonuçta ailelerimizin bizden iyi beklentileri olduğunu o yüzden bizi şevklendirmek gazlamak için söylediği sözler olarak bir savunma yapabilirsiniz ama yanılırsınız. İstisnai durumlar olsa da bu yazdığım tatta söylenmiş her sözün altında ailenizin de içinde bulunduğu o -meli -malı hastalığı yatmaktadır. Toplum baskısı bunu getirir. Siz de yaşıtlarınız gibi tam zamanında evlenmeli, dünyada yapabileceğiniz birlerce hatta on binlerce meslek olmasına karşın komşunun oğlu gibi yalnızca seçilmiş meslek gruplarından birini icra etmelisiniz, aksi halde başarısız sayılır, yetersiz atfedilirsiniz.

Bu yükün ağırlığını aileler genelde hissedemez, çünkü bunun ayırdına varmak için önce cahilliği kırmak gerekir. Kusura bakmayın, dediğim gibi alınmaca yok, değişmek isteyen birey önce kendinin farkına varabilmelidir. Bu yük öyle ağırdır ki çocuk için, büyük travmatik etkiler yaratır. Çocuk dediğim tabi ki ergenlik çağı, öncesi veya sonrası da olabilir, yaş sınırımız yok ailenin çocuğu olarak adlandırıyorum buna dikkat edin. Birey ailesinin ona zorunda kıldığı hayatı yaşamaya çalışırken benliğini oluşturamaz veya kaybeder.

Yaşadığı hayatın aslında kendi hayatı olmadığını, ailesinin gölgesi altında, belki de ailesinin gerçekleştiremediği hayalleri gerçekleştiren bir araca dönüştüğünün ayırdında değildir. Ailesi de falanca komşuyla, filanca akrabayla sidik yarıştırmaya çalışırken aslında evlatlarının hayatını, yaşama sevincini, enerjisini sömürdüğünü farkedemez. Aileler bunu farkedemezken toplum nasıl etsin değil mi? Daha o kısma gelmedik bile 🙂

Ailenizin Bir Projesi Değilsiniz

Bu cümleyi Aile Baskısı adlı youtube içeriğim içinde kurmuştum ve bu içeriğimde de yineliyorum. Sizler bir proje veya çıktı değilsiniz. Siz de geleceğin anne baba adayısınız veya şuanda hali hazırda anne babasınız, bu vasıflar hayat için önemli değil, siz bir bireysiniz. Önem kazanan durum budur. Siz bireysiniz, bireysel düşünür, ortak alınan bir çok kararda bile durumu kendi özelinizde, kendi bilgi ve tecrübelerinizin toplamıyla kafanızda yargılar buna göre katılım gösterir veya göstermezsiniz. Buna baktığımızda çocuklar ailelerin, aileler de toplumların kuklaları olduğunda bu durumda en çok zararı kim görüyor sizce?

Yine birey görüyor, yine toplum görüyor, yine çocuk görüyor. Çünkü bu şekilde yetişmiş, kabaca böyle düşünen aileler için “hatalı ürün (yani çocuk)” yarın bir gün evlenip çoluk çocuğa karıştığında o da bu cehalet havuzunda toplumdan aldığı baskılar sonucu ve hatalı aldığı aile eğitimiyle çocuğunu da eğitemiyor. Bu da kısır döngü demek. Ziyan olan bir toplum örneği. Büyük ölçekli düşündüğünüzde de o hayal ettiğimiz medeni toplum, insanların düşüncelerini özgürce dile getirebildiği, sadece siyah ve grinin tonlarının hakim olmadığı, morun da sarının da kırmızının da hayata dahil olduğu bir yaşam hayali oldukça uzaklaşıyor toplumumuz için.

Çocuk Tarafına Bakarsak

özgüvenYukarıda biraz değinsem de toplum baskısıyla çocuğunu bir araca dönüştüren ailenin evladı üzerinde yarattığı travma ve yetersizlik hissini biraz daha tarif etmek istiyorum. Ya sen de ne çok şey yaşamışsın, dertlenip dertlenip yazıyorsun diye düşüneniniz de olabilir, hemen cevaplayayım. Her şeyi anlamak için tecrübe etmeniz gerekmez, konu özellikle de insani bir olguysa ki bir sır vereyim, bu durum o kadar yaygındır ki toplumumuzda oran oldukça düşüktür, ben istisnalardan değilim aramızda kalsın 🙂

Konumuza gelirsek ailesinden bu denli baskı yiyen birey, onların isteklerini karşılamak umuduyla çarkta dönen deney faresine dönüşür, çabaladıkça çabalaması beklenir o da elinden geldiği kadar ailesinin, ailesine de toplumun dayattığı beklentileri başarıları yaşamaya çalışır fakat kendi kafası aklı başka yerdedir. Hayal kuruyordur, bu görevlerimi yapayım, ailemi mutlu edeyim de sonra kendi istediklerimi yaparım. “Hayırlısıyla bi memur olayım da abi devlete gapağı bi atayım sonra resim çizmeye vakit ayırırım ya.” Tabi 30 yaşından sonra yeterli enerji ve yaşam arzusu kaldıysa. Franz Kafka – Dönüşüm kitabınızı şiddetle öneririm. Ailesi için ömrünü harcayan Gregor Samsa’ nın bir sabah uyanıp dönüşüm geçirmesi ve artık farklı olması, ailesi için bütün ömrünü harcayan Gregor için bile yargılanır halde olacaktır.

Bu tip bireyler toplumun ve ailesinin dayattığı genel toplumsal görevleri yerine getirir sessiz sakin yaşarlarsa ortalama bir şekilde hayatlarını idame ettirirler. İçlerinde mora boyanmak olsa da “şşşt sen erkek çocuğusun yav, aaa kız rengi o olmaz öyle şey” gibi telkinler buna engel olur. “Erkek adamsın ağlanır mı aaaa.” “Neden abi bizde de gözyaşı pınarı yok mu yani bu biyolojik durum yalnızca dişilere mi verilmiştir?” “Eee öyle işte kurcalama şimdi biyoloji miyoloji, erkek ağlamaz.” gibi toplumsal görev baskıları zaman içinde bu bireyin de onlara dönüşmesine neden olur. Mahalle baskısı (peer pressure) istemediğiniz bir kişiliğin kalıbına girmenize neden olur. 30lu 40lı yaşlardan sonra da elinizde kalan bir kaç kırıntı hayalle bir şeyler denemeye çalışır, kalan yarım ömrünüzden olduğu kadar zevk almaya çabalarsınız, hiç bir şey için geç olmasa da tren artık kaçmıştır yalnızca arkasından koşabilirsiniz. O da iyidir nefes açar sonuçta.

Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplum baskısı ile edinilmiş sahte nitelikler olduğunu da unutmamalıyız. – Tutunamayanlar, Oğuz ATAY

Ya Başarısız Olursak

Toplum baskısı tehlikedir, bunun sonu çok kötü bitmektedir. Buraya bir kaç haber bırakacağım, gencecik solmuş hayatların altında yatan nedeni hiç düşündünüz mü? Akademik olarak başarılı, sınav birincileri gencecik bedenler, 18, 17, 20li yaşlarda insanlar intihar eder hale geldi ve bu sayı ülkemizde günden güne artmaktadır. Bazen bu gibi haberlerin altında bile şu tarzda yorumlar okumaktayım. “Eee kolay yolu seçmiş, etmeseymiş, cehennemde yanacak… ” çok daha ağırlarını okudum da buraya yazmak istemiyorum, anlamışsınızdır ve denk gelmişsinizdir muhtemelen.

Bu durumu nesnel bir şekilde incelemeye çalışırsak, bu üstte bahsettiğim birey, bu baskıyı kabul edip buna adapte olmuş ve kendi hayatını yaşayamadan o forma dönüşmüştür ve kendini aslında öyle mutlu sanarak kandırır, rol model etrafındaki biridir. O değildir, farklı olamaz. Fakat bazı bireyler bunu kabul edemez veya bu durumda başarılı olamaz. Toplumun, toplumun da baskı altında tuttuğu ailesinin ondan beklediği gibi davranamaz, falanca komşu çocuğuyla yarışamaz veya yarışmak istemez, filanca akrabası evlenmiştir ama o evlilik hayali kurmak için erken olduğunu düşünüyordur veya evlenmeyi düşünmüyordur ve bunu gerçekleştirmez. İşiniz de olacak aşkınız da mecbursunuz. İşsizlikten bile intihar eden çoğu birey aslında aç kalmak veya tamamen geçim sıkıntısından dolayı intihar etmez. Toplumun dayattığı yetersizlik ve hayatı başaramamışlık hissi bunun altına yatan temel olgulardan biridir. Ziyan olansa bir insan hayatıdır sadece. Baya basittir değil mi?

Hiçbir zaman gülümsemekten vazgeçme, üzgün olduğunda bile. Gülümsemene kimin ne zaman aşık olacağını bilemezsin. – Gabriel Garcia Morquez

Bu durumda toplum baskısı acımasız hale gelir, psikolojik şiddetin dozu o kadar artar ki birey rahatsızlık veren bu insanlarla denk gelmemek için kendini toplumdan soyutlar, ve bu türünün son örnekleri o kadar fazlalardır ki toplumda birey otomatik olarak asosyalliğe iter kendini. Çünkü hayalleri ya da istedikleriyle yargılamayacak, kişisel benliğine saygı duyacak bir insan evladının bulunmadığına inanır, ki haklıdır da biraz. Etrafı kuşatılmış gibidir, birey kendini istila altında hisseder. Birey sürekli olarak kendini suçlar ve inanılmaz bir öz güven kırılması yaşar, yaşadığı bu özgüven kırılması çok büyük bir tahribattır, bir beyin tümörü gibi büyüyerek beynini ruhunu sarar, bilişlerine yerleşir.

Savaş Verir

Saygısızlık, cahillik ve bununla beraber bize benzemeyen bizden değildir felsefesiyle aldığı saldırılar öyle şiddetlenir ki birey boğulma noktasına gelir. Başarısızlık korkusu saran birey, adım atamaz hale gelir, yapabileceği üretebileceği bir çok şey ve o kadar potansiyeli varken giderek ziyan olur. Kimlik bunalımı yaşayarak hayatın amacını, varlığını, benliğini sorgular. Ve bulunduğu durum sebebiyle ya kendini suçlamalıdır ki genelde böyle olur maalesef, ya da toplumu suçlar, veya komple hayatı anlamsızlaştırır. Bu da ona kafasında tek bir çözüm yoluna iter. İntiharı tüm bu kötü rüyaya bir son vermek olarak düşünür.

Bu cahil fesat et parçaları tarafından kuşatılıp bu savaşı kaybettiğini ve buradan kurtulamayacağını, görünüşünden, boyundan, kilosundan, bulunduğu yerden, saçından, giyiminden, sevgilisinden, eğitim gördüğü okuldan, sevdiği şarkılardan, tuttuğu takımdan, okuduğu kitaplardan, yapmayı sevdiği aktivitelerden veya yapmadığı aktivitelerden dolayı yargılanmadığı, ön yargısız, sadece gerçek ve mutlak sevginin, paylaşımın olduğu, hayallerini gerçekleştirememiş ve gerçekleştiremediği hayalleri başkalarının da yapmasına izin vermeyen yozlaşmış insanların olmadığı, insan olmanın farkına varmış bir toplumun tamamen ütopya olduğunu düşünerek, ulaşılmaz bir hayalin peşinden gidip yorulmaktansa kenara çekip dinlenmeyi tercih eder maalesef. Bu da intihar olur.

https://www.haberler.com/is-bulamayan-universite-ogrencisi-hakan-tasdemir-12928277-haberi/

https://www.kent09.com.tr/genel/universiteli-genc-kiz-intihar-etti-h54490.html

https://www.milliyet.com.tr/gundem/universiteli-genc-evinde-olu-bulundu-6141752

Bunlar gibi günde onlarca haber vardır ve bir çoğu unutulur zaten. Bu durumu biraz hitlerizme bile benzetiyorum. Hatta George ORWEL -1984 romanında da geçen mentalite gibi farklı düşünen, farklı olan buharlaşır. Kitabı okumanızı öneririm.

toplum baskısı avuçKültürün Etkisi Var Mı?

Kültürümüzün tabi ki bu duruma etkisi vardır, fakat bu da trafikte, günlük hayatta, gittiğiniz bir mekânda nasıl ara ara haksız yere yanlış anlaşılırsınız, bu da onun gibidir. Kültürü de doğru çözümleyemeyen insanlar okuduklarını da anlamaz, gördüklerini idrak edemezler, işittiklerini farklı söylerler. Bu erkekler ağlamaz cümlesini bilimsel bir olay gibi çözümlemeyi denersek eğer, mesela bunun altında yatan neden aslında çooook eski zamanlara gidiyor. Osmanlı’ ya hatta daha da geriye belki Orta Asya Türklerine. Ya oradan da metafor yapma şimdi diyebilirsiniz fakat töre dediğimiz olgu da buradan gelir. Belli kurallar bütünüdür bu. Erkekler ağlamaz cümlesinin altında, aslında erkeği kırılgan olmaması, zayıf olamayacağı anlamı yatmaktadır. Çünkü o zamanlarda Türkler hatta bu bütün milletlerde böyle, erkekler savaşçıdır, zayıflık gösteremez, kırılgan olana yer yoktur. Kadının böyle bir yükü yoktur sırtında çünkü sert olmak gibi bir görevi yoktur.

Erkekler gerekirse barbar, acımasız ve korku salan olmalıdır ki düşmanlarına karşı galip gelebilsin. Bunun için de küçük yaştan sert, otoriter ve hatta duygusuz yetiştirilmeye çalışılmıştır. Ağlamak da genel ve derinlemesine düşünmeyince o dönemler için zayıflık belirtisidir, kırılganlıktır. Muhtemelen bu yüzden de erkekler ağlamaz argümanı sunulmuştur. Kadın örneği de var bunun, elinin hamuruyla erkek işine karışma lafını da duyarsınız değil mi çok sık olarak? Bunun da temeli budur sevgili kadın okuyucum. Sen evinde otur, çocuk emzir, yemek yap, ev düzenini sağla, sen savaşamazsın, damızlık bir hayvansın çünkü, savaşamazsın. Günümüzde hala bu kadar keskin, bu kadar sığ düşünen cahil toplumlar vardır. Örnek çok uç olsa da gerçekten vardır.

Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen insanlar olmaya başladık. – Ahmet Şerif İZGÖREN

Fakat 21. yy da işler böyle ilerlemiyor. Oturup 21.yy hakkında bilgiler verecek değilim, savaşmamıza gerek yok artık. Medeni toplum ve insanlar, sanat, bilim, sevgi, aşk, doğal güzellikler, verimlilik ve daha bir çok medeniyetin ve akılcı düşünmenin getirdiği konulara ilgi duyup bu alanda gelişmişlerdir. Barbarlığın hiçbir şey kazandırmadığını tarihte bir çok kez görüyoruz. Konudan sapıyor gibi gözükebiliriz fakat bu da konunun bir ayağıdır. Geçmişe takılı kalan geleceğe adım atamaz. Geçmiş, yapılan hatalardan ders alıp gelecek adımları için tecrübe zemini oluşturmak için araçtır sadece. Gelecek sürekli iyileşmeyi getirir. Gerekirse kültür ve saçma takıntılar da buna dahil.

toplum baskısı psikolojik şiddetNasıl Başa Çıkarız?

Size bir doktorun hastaya yazdığı bir ilaç gibi tek bir tedavi yöntemi veremem, fakat hep söylediğim gibi değişmek için önce farketmek gerekir. Farkederseniz nereden başlayacağınızı bilirsiniz. Toplumun size dayattığı baskıların çoğu aslında onların zamanında hayal edip de yapamadıkları, gençliklerini ailelelerinin, akrabalarının bakışları arasında ziyan ettikleri gerçeğinden kaynaklanır. Fesattırlar, kendilerinde olmayan bir şeyi asla sizde istemezler. Tabi tüm bu anlattıklarım aslında direkt olarak cehaletle kesişir fakat ben normal şekilde bu konudan devam edeceğim.

Bunla başa çıkmanın en temeli, önce kendinizi sevmektir, insanın kendini sevmesi de gerçekten kolay değildir. Kendinizde bir veya birden çok kusur bulur, topluluk içinde sürekli onunla uğraşırsınız. Onu gizlemek için çabalar, insanların sizi yargılamasını oradan vurmasını engellemeye çalışırsınız çünkü bilirsiniz bu hayatta vardır. Toplum baskısını öğrenerek ve buna maruz kalarak yetişmişsinizdir çünkü. İnsanları insan olduğu için kabul edip seven, şekilcilikten çok akılcı davranan mutlak sevgi ve dürüstlüğün saygı, değer gördüğü toplum ve kişiler yalnızca twitter ve instagram postlarında mevcuttur diye düşünürsünüz ki bir yönüyle gayet haklısınız.

Sen özgür olmayı yeterince istemezsen işte o zaman seni ele geçirirler, o zaman deli sen olursun. – Mecburiyet, Stefan ZWEIG

Bu da sizde bir önyargı ve iç kırıklığı oluşturur. Yine o yukarıda bahsettiğim ütopyayı düşleyerek yaşarsınız. Fakat gerçekten böyle insanlar vardır, tamamıyla böyle insanlar vardır ve sayıları çok azdır ama vardır emin olun. Muhakkak buna maruz kalacaksınız, çünkü hayat gerçekten öyle veya böyle hak ettiğinizi size verecektir. Zaman veya mekân bilemeyiz fakat şuan almadıysanız daha sonra muhakkak alacaksınız. Tek önemli şey ise, o zamana kadar bozulmadan kalabilmek.

Bunun için de hayatta sadece 1 şansınız olduğunu, gerçekleştirebileceğiniz ve değer katabileceğiniz yüzler hatta binlerce olgu ve durum olduğunu bilmenizdir. Kendinizi sevip kusurlarınızı kucaklayabilmenizdir. Hiçbir şey kusursuz değildir ki siz olasınız. Sizi değerli kılan kusurlarınızla beraber iyi olduğunuz yönlerinizdir. Elinizde olmayan şeyler için üzülmeyin, yanlış yapılan tercihleriniz dünyanın sonu değildir. Klişe söylenen laftır;

Hayat 100 metre koşusu değil, bir maratondur.

Fakat sanıldığı gibi upuzun bir koşu da değildir bu. Bunun dengesi de girdiğiniz hatalı bir yolda hayıflanmak yerine o yolda yürürken etrafın güzelliklerini görebilmektir. Paulo Coelho – Simyacı kitabını bayıla bayıla okumuştum, orada da geçer ki;

Nedir Mutluluğun Sırrı?

Elindeki bir kaşık yağı dökmeden etraftaki tüm güzellikleri görebilmektir.

 

Zaman akıyor ve en kıymetli anınız şimdiki anınız. Bunu da çok söylerim bilenler bilir 🙂 Şimdiki zaman kıymetlidir, yaptığınız ve değer kattığınız şeylerdir kıymetli olan. Öyle değerli şeyler yapar öyle iyi olursunuz ki bu acımasız toplumun dayattığı yargılar karşınızda kırılırlar, buna mecbur bırakırsınız. Sevgiyi, bilgiyi, iyi insan olmayı öyle güzel gösterirsiniz ki bu cahil ve acımasız toplum baskısı karşınızda bağışıklık kazandığınız basit bir virüse dönüşür. Saldırılar, maruz kaldığınız eleştiri ve yargılamalar, kalıplaşmış hayat olgularını yok edersiniz. Böyle olunca da önce kendinizi sevmeyi öğrenirsiniz. Siz kendinizi sevmezseniz başkalarının sizi sevmesine gerçekten izin veremezsiniz. Tüm bunları yapınca da kusurlarınız pudingin üzerindeki hindistan cevizi olurlar. Siz yine kendinize kaşık attırmayın da aman.

Toparlarsak

Diyeceğim şudur, hayat güzel, yaşam akıyor, kendinizi beklediğiniz veya şartladığınız şeyleri beklerken hayattan zevk almaya bakın, toplumun dayattığı mertebeye erişmeye çalışırken ömrünüzü heba etmeyin ve tabi ki asla böyle insanlardan da olmayın. Bu gibi insanlardan uzak durun, ve asla kibre de kapılmayın, böyle anlatıyorum da herkesi silin yok edin demiyorum tabi ki. Ve altı boş bir havaya da kapılmayın, lafla peynir gemisi yürümez denir ki doğrudur da. 3 günlük motivasyon sadece tatmin duygusu sağlar, gerçekçi olup hareket etmek gerekir.

Tüm bunların ışığında basit haliyle sadece hayali bir algı şalteriniz olsun, filtreyi güzel yaptıktan sonra algılarınızı kim için açıp kim için kapatacağınızı öğrenin. Bunu öğrenmenin ve uygulamanın en iyi yolu da, okumaktır, eğitimi özümsemektir, okumaktır. Gerçekten okumak ve anlamak…

Etrafına, dokunduğu şeye değer ve anlam katan, iz bırakan insanlar hayatı gerçekten yaşamışlardır. Diğerleri sadece seyircidir benim gözümde. Oyuncu mu olacaksınız? Yoksa çoktan bilet kuyruğuna girdiniz mi?

Görüşmek üzere, sevgiyle, yaşamın tadını alarak, anın kıymetini bilerek yaşamanız dileğiyle <3

toplum baskısı ellerle kalp

 

 

 

 

Spread the love

Batuhan YALIN

Bilişim tutkunu, girişimci, oyun oynamayı seven, doğa aşığı ve sporla iç içe olan bir dünyalıyım. Araştırmayı, makale okumayı çok seviyorum. Bilgiye aç olmak ne kadar da güzel bir şey.. Doymak bilmiyorsunuz.. 🙂

Bir yanıt yazın